top of page

Gri Şehir: Londra

  • Writer: as-ozcelik
    as-ozcelik
  • Jan 23, 2018
  • 5 min read

Updated: Aug 18, 2023

Beni tanıyanlar bilir, elime geçen her seyahat fırsatında ilk tercihim hep Londra olur. Çoğu insanın kasvetli bulduğu yağışlı havası itibari ile, yaz sıcağını bir türlü sevemeyen ben ve yandaşlarım için, daha keyif verici bir kaçamak düşünülemezdi zaten. Zira, bu havalarda, kimileri için uyku en ideal seçenek olsa bile, kahve çekirdeği esanslı butik pastanelerde oturup, kah kitap okuyup kah yoldan geçenleri izlemek çok daha keyif verici. İşte Londra'da doya doya gezebileceğiniz, mutlaka görmeniz gereken noktalar!

Oxford Circus – Bond – Carnaby Street Bu üç cadde, birbirine bağlı ve yakın olduğundan, aynı gün gezmekte fayda var. Oxford Circus, büyük bir dört yol ağzı. Sağlı sollu yüzlerce markanın bulunduğu Regent Street ve Oxford Street’i birbirine bağlıyor. 6 katlı bir oyuncak mağazası olan harikalar diyarı Hamleys, Apple ve Jo Malone gibi aile fertlerinin bağımsız ilgi alanlarına hitap eden binlerce marka burada bulunuyor. Bu caddelerden, Oxford metro durağı solunuzda kalacak şekilde, Regent Street üzerinde yürürseniz, birkaç blok ileride, solda, Carnaby Street'in girişini görüyorsunuz. Burası, arnavut taşlı, nispeten daha tenha sokaklardan. Keyifli kafeleri var. Carnaby’de, özellikle, önemli gün ve olaylarda yapılan süslemeleri asla es geçmeyin derim. Bond Street ise, yine Regent Street’i paralel olarak kesen, dünyaca meşhur ve lüks markaların bulunduğu sokak. Burada, hanımların siparişi üzerine limuzinlerinden inip onlar için alışveriş yapan şoförleri görmek mümkün. Ben alışveriş yapmayacak dahi olsam, ilk günümü bu noktalarda değerlendirmeyi tercih ederim. Yol üstünde bir kafede oturup gelen geçeni seyretseniz bile, oldukça eğlenirsiniz. Malum, en güzel manzara, insan manzarasıdır.

Piccadilly Circus da, Oxford tarafına gittiğinizde gezip, bir şeyler atıştırabileceğiniz küçük bir meydan. 3 katlı, büyük bir M&M dükkanı ve içinde çeşitli hediyelikler bulabileceğiniz küçük bir han var. Handa, bir de fotoğrafçı bulunuyor. Burada, size verilen kostümleri giyip, istediğiniz karakter olarak resim çektiriyorsunuz. Arkadaşım ve benim, Lady Diana ve Elizabeth olduğumuz o fotoğraf hala odamda duruyor.

Madame Tussauds, özellikle küçükken sürekli adını duyduğunuz, ünlü ve tanınmış tarihsel kişilerin balmumundan yapılan heykellerinin sergilendiği müze. Atatürk’den tutun, Adolf Hitler’e, Britney Spears’tan, Muhammed Ali’ye kadar, birçok tarihe damga vurmuş figürü, birebir ebatlarda ve fiziksel özellikler ile görebilir, onlar ile fotoğraf çektirebilirsiniz.

Soho Burası, daha çok gece hayatı düşkünlerine hitap ediyor. Soho, Picadilly’nin ilerisinde, yanyana birçok pub ve gay bar'ın bulunduğu yer. Biraz daha salaş şekilde ve kotunuzla eğlenmeyi tercih ediyorsanız, Soho’da beğendiğiniz bir pub’dan biranızı alıp, İngilizler gibi mekanın önünde ayakta dikilip, hem sosyalleşip hem içkinizin tadını çıkarabilirsiniz.

Westminster Burası, Londra’nın tarihi birikimi. Westminster’a metro istasyonunun hemen çıkışında, sizi görkemli saat kulesi Big Ben karşılıyor. Big Ben, parlamento binasının bir parçası olarak konumlandırılmış ve aynı resimlerde göründüğü kadar muazzam. Burada selfielerinizi çekip, kule sağınızda kalacak şekilde yürüdüğünüz zaman, Thames River üzerindeki Waterloo Bridge’e ulaşıyorsunuz. Köprünün üstünde keyifle yürüyebilir, diğer tarafa geçtiğinizde hala profil resmi çıkmadıysa, büyük dönme dolap London Eye’a binip, arkanızda harika bir şehir silüetiyle yeni kareler yakalayabilirisiniz. Sonrasında, sahil şeridi boyunca yürüyebilir, eğer bahar veya yaz aylarında oradaysanız, çeşitli sokak sanatçılarının yetenek performanslarını izleyebilir veya doğrudan içinde bütün İngiliz krallarının, Anne Boleyn’in annesi Queen Elizabeth’in ve Henry VII’in Hürremvari karısı Catherine of Aragon’un mezarlarının bulunduğu, ayrıca bütün Royal Family’nin nikah törenlerinin gerçekleştiği görkemli Westminster Church’ü gezebilirsiniz.

Buckingham Palace Westminster'dan yürüyerek kolayca ulaşabileceğiniz Buckingham Palace, İngiliz kraliyet ailesinin yaşadığı yer. Yapı çok büyük olmamakla birlikte, bir hayli yakınına kadar gidip, fotoğraf çekebiliyorsunuz. Özellikle, şanslıysanız ve devir değişim saatine denk gelirseniz, İngiliz askerlerinin büyük bir seramoni ile nasıl vardiya değiştirdiklerini görebilirsiniz.

London Dungeon Burası bir korku evi. Jack the Ripper’dan tutun, idam canlandırmalarına, perili odalardan tutun üstü başı kan revan içinde üstünüze çullanan aktörlere kadar her türlü çirkinlik ve korkunçluğa şahit olabileceğiniz yer. Yaklaşık 2 saat sürüyor ve girdikten sonra çıkma şansınız yok denecek kadar az. Ancak şanslıysanız ve doğru anı kollayabilirseniz, siz de benim gibi risk alıp acil durum kapılarından, yarısı hala boyanmamış maket hayaletlerin arasından kendinizi dışarı atabilirsiniz. Güzel yanı, kalabalık gruplar halinde geziyor olmanız. Kötü yanı, öyle böyle değil, gerçekten çok korkunç olması. Yine de içeride, oraya eğlence amaçlı gittiğinizi ve animatörlerin size dokunmalarının yasak olduğunu kendinize hatırlatırsanız çok daha kolay olacaktır.

Covent Garden Sabah turistik gezinizi tamamlayıp, öğleden sonranızı covent garden denilen meydanda geçirebilirsiniz. Burada, birçok restoran ve makaronseverler için kocaman bir La Durée var. Meydanda sokak çalgıcıları ve göstericileri çeşitli performanslarla kaldırımları renklendiriyorlar. Covent Garden’da, biraz daha küçük olmakla birlikte, alışveriş yapabileceğiniz birçok butik var. Kaçırmayın derim.

Notting Hill Gate Tercihen pazar günü gitmeniz gereken sokak marketi. Çoğunlukla antika, takı ve vintage kıyafet bulabileceğiniz bir yer. Butik kahvaltı yerleri ve büyük bir keyifle kitap okuyacağınız kafeleri var. Fotoğraf çekmeye ve sanata meraklı biriyseniz gitmenizde büyük fayda var. Çok güzel enstantaneler yakalayacaksınız.

Liverpool Street Tek bir metro hattı üzerinde birkaç durak ve 10 dakika kadar sonra, buraya varıyorsunuz. Keyifle yürüyebileceğiniz geniş bir cadde. Birkaç blok yürüdükten sonra Shoreditch’e ulaşıyorsunuz. Shoreditch, Karaköy veya Kadıköy tadında, birçok butik bulabileceğiniz yer. Uygun fiyata, çok güzel kıyafetler ve takılar alabilirsiniz. Biz, çok yakın arkadaşım ile birlikte orada, boynumdan hala hiç çıkarmadığım kolyelerimizi yaptırmış, üzerlerine, orada bulunduğumuz tarihi, XIV.II.XVI, yazdırmıştık. Evet, 14 Şubat’tı. Ve biz o gün, tanıdığımız birçok çiftten daha çok eğlenmiştik.

Camden Town Londra’nın çoğu illegal işlerinin döndüğü, genellikle punkların yaşadığı, çok renkli ve bir o kadar da marjinal parçalar ve kostümler bulabileceğiniz semti. Yanyana kurulu bütün dükkanlardan rock ve heavy metal karışımı müzikler yükseliyor. Siz de, tütsü kokuları ve birbirine karışan müzik sesleri eşliğinde, Halloween partilerinde dahi giymeye çekineceğiniz tarzda kostümcüler, takıcılar, ayakkabıcılar ve dövmecilerin önünden yol boyunca yürüyorsunuz. Her türlü delilik burada. Işıklı tişörtler, gözlükler, dövmeciler ve envai renk peruğu burada bulabilirsiniz. Sokak boyunca kurulan yemek standlarından başında duran satıcıdan hiç beklemeyeceğiniz kadar lezzetli yiyecekler satın alabilir, dolaşırken doyabilirsiniz. Sokağın bitimine doğru, Camden Town yazan üst geçidin bitiminden hemen sağa dönerseniz, The Hawley Arms adlı, Amy Winehouse’ın sıkça uğrayıp bestelerini kağıda döktüğü pub’ı göreceksiniz. Burada, Amy’nin kişisel eşyalarıyla dekore edilmiş barda, bir vişneli bira içip, yolunuzda devam edebilirsiniz.

Camden’ı takiben, Londra’nın en büyük mağazalarından biri olan Harrods’da vakit geçirebilirsiniz. Birçok lüks marka ve restoran, bu çatının altında buluşuyor. Harrods’un tarihi önemi, buranın, Lady Diana’nın bir zamanlar sevgilisi olan ve benim inancıma göre öldürülmesine sebebiyet veren Mısırlı aşığı ve onun ailesine ait olması. Çiftin, güya trafik kazasında öldürülmesinin ardından, Mısırlı baba, bu alışveriş mağazasını açıp, ikili için çok güzel bir de anıt yaptırıyor. Anıt, mağazanın en alt katında yer alıyor. Küçük fıskiyenin üzerinde, Lady Diana ve sevgilisinin son akşam yemeklerinde şaraplarını içtiği kadehler ve Lady Diana’ya sevgilisince verilen yüzük yer alıyor. Çok romantik, bir o kadar da etkileyici…

Hyde Park Corner Göz alabildiğine yeşil, büyük bir zevkle bisikletinize binebileceğiniz veya çimlere serdiğiniz örtünüzün üzerinde piknik yapabileceğiniz harika bir park.Bir öğleden sonranızı burada büyük bir keyifle geçirebilirsiniz. Özellikle de hava güneşli ise, koşan, spor veya yoga yapan İngilizleri, büyük bir gıpta ile izlemekten daha keyif verici ne olabilir?

Ben bir şehri öğrenmenin en kestirme yolunun, o şehirde kaybolmak olduğuna kalpten inanıyorum. Yabancısı olduğum her şehirde de, bir tam günümü mutlaka orada kaybolmaya harcarım. Metroya binerim, rastgele duraklarda iner, yürürüm. Siz de öyle yapın ve Oyster kartınızın suyunu çıkarın. Yeri gelmişken belirteyim, Eğer 1 veya 2 günlüğüne orada değilseniz veya “Ben taksiden şaşmam” gibi bir obsesyonunuz yoksa, Oyster metro kartınızı limitsiz almak lehinize oluyor. Diğer türlü, bittiğinde yükleme yapıyorsunuz ve gün sonunda çoğu zaman zarara uğramış oluyorsunuz. Hem böylece heryeri gönlünüzce gezebiliyorsunuz! Mesela, kahverengi hattı seçin kendinize. Hat boyunca inip binin. Paddington’a gidin örneğin, ben de hiç gitmedim. Anlatırsınız.

Veya, Jack the Ripper’ın cinayetleri işlediği türlü yerleri gezdiğiniz yürüyüş turuna katılın. Belirlediğiniz merkezi bir noktadan, özel ve korkunç dizayn edilmiş bir otobüs ile, kısa bir yolculuğun ardından, doğu Londra’ya gidin ve akşam saatlerinde tüm olay mahallerini gezin. Zaten korkunç ve eski olan mahallelerde, çoğu çoktan yıkılmış binalara bakıp, size anlatılanlar eşliğinde katliamı gözünüzde canlandırın.

İşte Londra böyle! Bir sonraki yazımda, İngiltere seyahatlerimden birinde yapmış olduğum ve beni derinden büyüleyen Hogwartz ve Harry Potter Stüdyo gezisini anlatacağım!

Son Yazılar
bottom of page