Özgürlükler Şehri; Amsterdam
- as-ozcelik
- Oct 19, 2017
- 3 min read
Hollanda, gerçekten de ün saldığı gibi, Özgürlükler Ülkesi. Şehir dümdüz olduğundan, yerliler bisikletleri ile istedikleri heryere rahatça ulaşıyor. Hatta bisiklet trafiği öylesine yoğun ki, akan trafiği kontrol altına almak adına, trafik ışığı ünitelerinde bizzat bisikletlere yönelik kırmızı ve yeşil ışıklar yanıp sönüyor. Şehre adımınızı attığınız andan itibaren, dikkatli olmanız gerekiyor. Zira, bu karmakarışık trafiğe bir yaya veya araç olarak dahil olacaksanız, kurallara uymadığınız taktirde kaza geçirme olasılığınız bir hayli yüksek.
Şehirdeki evler alçak, halk çok mutlu. Öte yandan, bilinenin aksine, esrar kullanımı, tüm Hollandada legal değil. Legal olan bölgelerde ise, bu tarz tütün ürünlerini satan “Coffeeshop”ların girişinde, esrar kullananların tespit edilmesi amacıyla kameralar bulunuyor. Yani, devlet bir açıdan, kendini uyuşturucu kullanımını kontrol altına alamayan güçsüz bir kurum olarak göstermektense, kullanan vatandaşları izleyip, onların devlet makamlarında görev almalarını el altından engelliyor. Şunu da belirtmeliyim ki, Hollanda’da geçirdiğim iki gün boyunca, ne eğlence mekanlarında ne de sokaklarda, bilincini kaybetmiş veya kontrolsüz davranan hiçkimseyle karşılaşmadım. Bana kalırsa bu durum da, esrar ve alkol kullanımının ülkede tabulaştırılmamış olmasıyla ilintili.
Amsterdam
Amsterdam, Den Haag arası araba ile 40 dakika sürüyor. Fakat trenle de Amsterdam’a rahatça gidebilirsiniz. Avrupa genelinde, demiryolu ulaşımı çok yaygın ve gelişmiş. İstediğiniz heryere birkaç saat içinde varabiliyorsunuz. Fiyatları da çok uygun. Avrupa genelinde çok ucuza seyahat etmenin bir diğer yolu da IDBus otobüsleri. Bu otobüsler, sizi anlaştığınız buluşma noktasından €10 gibi komik fiyatlara alıp, dönüşte de aynı lokasyona bırakıyor. Ayrıca, otobüslerde WiFi, televizyon ve lavabo da var. Tren veya otobüsle, yolculuk 3 saat sürüyor. Dolayısıyla, tercih tamamen sizin kişisel seçiminize kalmış.
Amsterdam, çok renkli ve çok turistik bir şehir. İnsanları çok sıcakkanlı ve girişken. Şehir çok küçük olduğundan, hemen çözüyorsunuz. Merkezde, büyük bir kilise ile sonlanan uzun bir cadde ve onu paralel olarak kesen 4 kanal var. Bunlardan 3 tanesi, şehrin planlanması esnasında yerleşke olarak tasarlanırken, diğeri, savunma amacıyla kullanılmış.
İlla illegal işler yapmak zorunda değilsiniz. Fakat, Amsterdama kadar gittiyseniz, bölgenin en meşhur coffee shop zinciri Bulldog Coffeeshop'u görün derim. Mekanın ambiansı ve tanıklık ettiğiniz görüntüler oldukça ilginç. Öncelikle, içeride Hollandalı'lardan çok turist var. Yaş ortalaması da, beklenenden çok düşük. Mekanın misafirleri, tekdüze bir müzik eşliğinde, sigaralarını, nargilelerini veya içeceklerini içiyor, muhabbet ediyor. Aslında, Türkiyede de gördüğümüz kalabalık ve sıkışık kafelerden farkı yok. Fark, hesabı ödemek üzere kasaya yöneldiğinizde ortaya çıkıyor. Zira, burada, dondurma makineleri gibi bölmeli mekanizmalarda, dondurma yerine içeriklerine göre gruplandırılmış otlar duruyor. Bunlardan, yaşamak istediğiniz yan etkiye göre otunuzu seçip, sarmak için gereken diğer malzemeleri almak üzere, filtre ve diğer ürünlerin bulunduğu rafa ilerliyorsunuz. Eğer tüm bunlarla uğraşmak istemezseniz de, sizin için önceden sarılmış olan sigaraları alabiliyorsunuz. Bu coffeeshoplarda, ününü hep duyduğumuz Space Cake, lolipop ve Magic Mushroom gibi, geçici bilinç kaybına sebep olan diğer ürünler de satılıyor. Eğer gurbette kalp krizi geçirme riskini göze alıyorsanız, buyrun deneyin. Ben kendi adıma, almayayım, alana da mani olmayayım diyerek, şehir turuma devam etmiştim.
Halüsinasyon hikayelerinin meşhur destinasyonu Vondelpark, göz alabildiğine yeşil, oksijen dolu ve çok keyifli bir park. İçinde ufak bir de gölet var. Burada çimlere uzanabilir, büyük bir keyifle saatlerinizi geçirebilirsiniz. Oldukça büyük bir park olduğundan, yön mefhumunuzu kaybetmemek için çevredeki birkaç noktayı kerterizlemekte fayda var.
Redlight District, Amsterdam'daysanız mutlaka bir gecenizi ayırmanız gereken yer. Zira, eşi benzerine dünyanın başka hiçbir yerinde rastlayamayacağınız, iç çamaşırlı kadınların cadde üzerindeki yan yana dizilmiş küçük odalarda kendilerini sergileyip sizi birlikte bir gece geçirmek için baştan çıkarmaya çalıştığı ve türlü cinsel içerikli sahne şovunu hiçbir kısıtlama olmadan izleyebileceğiniz yer. Benim fikir alışverişinde bulunduğum beyler "yok yea ne gideceğiz" şeklinde bir tavır takınsa da, içten içe bu kadınlarla bir gece geçirmek isteyen turistler için şunu söylemeliyim ki, sizi içeri çok cuzi bir fiyat karşılığı alıyor, siz odadan çıkana kadar fiyatı beş katına çıkarıp sizi dolandırıyorlarmış. Şişede durduğu gibi durmuyorlar, kanmayınız...
The Diary of a Young Girl romanını okuduysanız mutlaka gitmeniz gereken bir diğer yer ise, romanın ana kahramanı Anne Frank'in evi. Çünkü, bu ev, kahramanın, Yahudi Soykırımı esnasında ailesiyle saklandığı ve düzenli olarak günlüğünü tuttuğu evin ta kendisi. Ev, korunup müze haline getirilmiş. Üstelik, Anne Frankin duvarına yapıştırdığı birkaç çıkartma ve lavabo gibi eşyalar, muhafaza edilip ziyaretçiye sunuluyor. Amsterdama sadece ot içmek için gidenlerin kafalarına vura vura götürülmesi gereken bir müze.
Van Gogh Müzesi ise, mutlaka gitmeniz gereken bir diğer yer olmalı. Burası, Dünya çapında, Van Goghun eserlerinin sergilendiği en büyük ve kapsamlı müze olarak kabul ediliyor. Ünlü ressamın sadece resimleri ve eskizleri değil, birçok mektubunu da görebiliyorsunuz. Müzede, Monet ve Lautrec gibi farklı ressamların eserleri de bulunuyor.
Amsterdam'da vakit çok hızlı akıyor. Yapılacak çok şey olmasının yanı sıra, sadece oturup insan manzarası izlemek bile insana keyif veriyor. Ben Amsterdam'a 6 sene ara ile, 3 kere gittim ve her seferinde çok güzel vakit geçirdim. Şimdiden iyi tatiller, çok eğleneceğinize eminim!
*Hollanda'daki diğer şehirlere dair seyahat notlarına göz atmak için, harita üzerinde ilgili şehrin üzerine tıklayabilirsiniz!
Comentarios