Geçmişiyle Barışık Şehir : Berlin
- as-ozcelik
- Jan 27, 2018
- 4 min read
Ben hiçbir zaman okuduğu romanlara kendini fazlasıyla kaptırıp “haydi bir sayfa daha” mottosuyla farkına varmadan sabahlayan veya duygusal filmlerin bitiminde gözleri ağlamaktan şişmiş vaziyette sinema salonunu terkeden insanlardan olmamışımdır. Fakat, hayatımda tek bir kitabı okurken çevirdiğim her yeni sayfada hıçkırarak ağladım; o da Zülfü Livaneli’nin “Serenad”ıdır. Kitap, 2. Dünya Savaşı döneminde bin bir türlü zorluğa göğüs geren Alman bir profesör ile Yahudi bir kadının aşklarını konu alıyor.İkilinin yaşadığı her türlü haksızlık ve zorluk, en ince detayına kadar anlatılıyor. Kitabı bitirdiğim 3. günün sonunda, aklımda tek bir şey vardı. En kısa zamanda Berlin’e gidip, anlatılan tüm olayların yaşandığı yerleri tek tek gezecektim. Öyle de yaptım. Tarihi, çok yakın bir dostumun Berlin’de gerçekleşecek olan nikah törenine de denk gelecek şekilde ayarlayıp, biletimi aldım. İşin kötüsü, uçaktan indiğimde bu güzel şehirde, görmek istediğim çok fazla yer, geçirebileceğim sadece 3 günüm vardı. Böylece, ilk günümün sabahında, sıkıştırılmış bir Berlin gezisine başladım.

Check Point Charlie ilk durağımdı. 1974 yılından itibaren Batı ve Doğu Almanya arasındaki geçişin yapılabildiği kapı. Burada, ayrımı çok net görebiliyor ve turistik amaçlarla orada bulunan polislerle fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Şehrin farklı farklı hemen her bölgesinde, sözüne ettiğim Berlin Duvarı’nın grafiti kaplı kalıntılarına rastlamak mümkün.
Brandenburg Kapısı Check Point Charlie’ye yürüyüş mesafesinde bulunan, toplam 12 sütunuyla 5 giriş kapısı oluşturan kapı. Geçmişte, halkın yalnızca sağlı sollu iki yanda bulunan geçişleri kullanmasına izin verilirken, orta kapı kraliyet ve üst düzey için ayrılıyormuş. Kapının üstünde bir de Prusya zaferi sonrasında Napolyon’un Fransa’ya götürdüğü fakat kısa süre sonra Napolyon’un bozguna uğratılıp teslim olması ile Berlin’e geri getirilen Quadrica heykeli var. Bunların yanında, maalesef, kapının bulunduğu meydanda, konvoy halinde arabalarından inip arabesk müzik eşliğinde halay çeken, düğün dernek kutlaması yapan Türkler de var.
East Side Gallery Doğu Duvarı’na 105 meşhur ressam tarafından politik, aşk veya güncel olaylara ilişkin yapılan duvar resimlerinin sergilendiği yer. Çoğu eski görünümlü de olsa, sık sık renove edilip büyük bir özenle muhafaza ediliyorlar. Bu resimler arasında en meşhur olan ise, şüphesiz, Dmitri Vrubel’in “brotherly love” olarak anılan, Leonid Brezhnev ve Erich Honecker’in öpüşürken resmedildiği çizim.
Alexanderplatz ve Potzdamer Platz Bu iki yer, şehrin en meşhur meydanları. Alexanderplatz, Berlin Kathedrali’nin çok yakınında bulunuyor. Bu neoklasik katedral, kesinlikle görülmeli. Her köşesine yaşanmışlık sinmiş olan bu eski yapı, hem görünüşü hem de dekorasyonu itibariyle çok görkemli. Ben, tamamen anlık olarak içimden gelen bir dürtü ile, bileğimdeki lastiği çıkarmış, kilisenin duvarına tırmanmış, camın önündeki demir parmaklıklara saç lastiğimi düğümleyip dilek tutmuştum. Az önce bahsettiğim iki meydandan diğeri, Potzdamer Platz ise, yüksek binalar ve işyerlerinin bulunduğu alan. Turistik bir bölge olmaktan ziyade, büyük firmaların "headquarter"larına ev sahipliği yapıyor.
Aynı gün içerisinde Reichstag Parlamento Binası ve dünyanın 4 bir yanından tanınmış sanatçıların ve orkestraların ağırlandığı Konzerthaus’u da ziyaret etmeniz mümkün. Zira, Berlin’de gezmek isteyeceğiniz neredeyse her semt bir diğerine yürüyüş mesafesinde bulunduğundan, giyin spor ayakkabılarınızı ve heryeri görmeye çalışın.
2. günümün akşamında bir düğüne katılacağımdan, sabah saatlerini olabildiğince efektif kullanabilmek adına, tekrar harita üzerinde birbirine yakın olan yerleri işaretleyerek güne başladım.
Hotel Adlon Şıklığı ve kalitesiyle ün salmış, Berlin’in en meşhur oteli Adlon’u da es geçmemek adına, sabah kahvaltımı orada etmeye karar verdim. Gerçekten de, sözüne ettikleri kadar şık dekore edilmiş, iyi bir servis sunan, keyifli bir yer.

Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı Kahvaltımı takiben ilk iş, resimlerde sık sık gördüğüm Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı’na doğru yola koyuldum. Anıt, açıkhavada ve otelin çok yakınında bulunuyor. İrili ufaklı, beton dikdörtgen yapıların her biri, katledilen masum insanları simgeliyor. Üstelik, tebrik etmek lazım ki, herhangi bir giriş ücreti veya “sağa sola dokunmayın etmeyin” uyarısı yok. Dolayısıyla, halk orada oturmayı veya vakit geçirmeyi alışkanlık edinmiş.
Ben saatlerini bir türlü tutturamadım, fakat Holocaust meraklılarının mutlaka görmesi gereken bir diğer müze de, Topography of Terror. Nazi dönemi alınan çoğu aksiyonun kararlaştırıldığı bu yer, şu anda müze. Zaten Berlin’de genel olarak heryerde bir yaşanmışlık hissetmek mümkün. Ve Almanlar, tarihlerinin üzerine süngü çekmektense, onunla yaşamayı bir ayrıcalık haline getirmişler. Yahudi anıtını gezdiğim duygulu dakikaların ardından, turuma devam ettim.
Bodestraße ve Berliner Dom Yanyana birçok müze ve restoranın bulunduğu tarihi lokasyon. Kesinlikle bol bol enstantaneler yakalayacak, yapıların arasından keyifle yürüyeceksiniz. Yol üzerindeki Berliner Dom, yani Berlin Katedrali ise, şehrin sembolu haline gelmiş önemli yapılardan. İlla müzeleri dolaşmanıza gerek yok, zira, müze binalarının dış görünümleri bile müzelik. Ben burada bir müzenin güvenlik görevlisine, sergilenen tarihi bir çeşmenin fiyatını soran bir Türk çifte tanıklık etmiştim.Umarım siz etmezsiniz.
Kurfürstendamm Burası, Berlin’in bir numaralı alışveriş caddesi. Merkeze çok da yakın olmayan bu caddede, birçok dükkan var. KaDeWe adlı meşhur alışveriş merkezi de burada bulunuyor. Ben, aldığım bir sipariş üzerine sadece Almanyada üretilip satılan bir parfümü satın alıp hızlıca çıkmak için girmiş. ona rağmen, içeride fark etmeden uzun saatler geçirmiştim.
Öğleden sonra ise, çok sevdiğim aile dostumuzun kır düğününe doğru yola koyuldum. O günün akşamında otele dönerken, hayatımda ilk defa gerçek bir kır düğününe katılmış olmanın verdiği mutluluk ile dolup taşıyordum :)
Sachsenhausen Ve geldik, seyahatin en can alıcı ziyaretine. Sachsenhausen, Berlin’in 40 dakika kadar dışında bulunan bir konsantrasyon kampı. Ulaşımı, internet üzerinden seçeceğiniz bir tur şirketi vesilesiyle ayarlamak en doğrusu. Auschwitz ve diğer tüm kampların merkezi kontrolünü elinde bulunduran bu kampa, üzerinde “Arbeit Macht Frei” yani “Working Will Set You Free” yazılı demir bir kapıdan giriyorsunuz. Girişte “aa ne güzel işte, çalışır kurtulurlar” diye düşünmeyin, zira, burada “özgürlük” kelimesi ile kastedilen ise esirlerin çalışmaktan “ölecek” ve böylece özgürlüğe kavuşacak olması. Son derece sevimsiz ve sadece betondan oluşan tüyler ürpertici bir yapı. Çoğunlukla politik suçluların kaldığı bu kampta, esirlerin odalarını, elektrikli tel örgüler ile çevrelenmiş cephe duvarlarını ve sözde “revir” olan, fakat sağlıklı girenin hasta çıktığı kasap bozması binayı geziyorsunuz. Size, insanlara nasıl eziyet çektirildiğini, esirlerin bir gün öncesine kadar suç sayılmayan bir hareketlerinin ertesi gün suç sayılması sonucu gardiyanlar tarafından gördükleri acımasız muameleyi ve toplu ölümleri anlatıyorlar. Tur boyunca, birçok hikaye ve anı dinliyorsunuz. Fakat, benim en çok etkilendiğim hikaye, bekçinin, kendisini kızdıran esirin şapkasını elektrikli tellere fırlattıktan sonra esiri onu almaya zorlamasıydı. “Gaz odalarını gezdiriyorlarmış” efsanesi ise burası için doğru değil, çünkü burada sadece eskiden gaz odası olduğu söylenen, yıkılmış bir yapının tek tük kalmış tuğlalarını görüyorsunuz. Tur, yaklaşık 5 saat sürüyor. Benim turun etkisinden çıkmam ise 5 saatten çok daha uzun sürmüştü.
Alman tarihinin yüz kızartıcı kısmını ve şehrin depresif yüzünü bir kenara bırakırsak, Berlin’in bir hayli renkli bir de gece yüzü var. Her zevke hitap eden birçok gece kulübü ve bar bulunuyor. Bunları ayrı bir yazıda anlatıyor olacağım :)
4. günün sabahında, yorucu fakat bir o kadar da keyifli bir Berlin tatilinin ardından, İstanbul’a dönüş için yola koyulduk. İstanbul’a indiğimde, beni çok güzel ağırlayan canım arkadaşlarım ve aile dostlarımız sayesinde biriktirdiğim mükemmel anıların tadı hala damağımdaydı.
Comments