top of page

Kalabalık Şehrin Yalnız İnsanları: Tokyo

  • Writer: as-ozcelik
    as-ozcelik
  • Jan 25, 2018
  • 5 min read

Japonya'ya tursuz giderek, büyük bir stratejik hata yaptığımızı itiraf etmeliyim. Fakat, tur tarihleri ile grubumuzun ajandasını uyduramadığımızdan ve önümdeki 10 günlük tatili ille de dünyada mutfağını ve kültürünü en sevdiğimiz ülkede geçirmek istediğimizden, alelacele uçak biletlerimizi alıp, aklımızın kestiği bir otele rezervasyon yaptırdık. Uçaktan indiğimizde, elimizde sadece 2 adet Japonya gezi rehberi ve tatilin ilerleyen günlerinde hiçbir işimize yaramayacağını farkettiğimiz İngilizcemiz vardı. Bizi bekleyen zorluklardan bihaber, mutlu mesut indik Tokyo Havalimanı'na 13 saatlik uçuşu takiben.

İlk sürprizi, şehre iner inmez, bindiğimiz takside yaşadık. Araç, dışarıdan bakıldığında son derece sıradan bir görünüme sahipti. Fakat, içine girdiğinizde, ağzımız açık kaldı. Araba, bir ev kadar şık ve özenle dekore edilmişti. Şöför ise, aracı kar beyaz eldivenleriyle kullanıyordu. Turistlerin kendisine yönelttiği garip bakışlara alışmış olacak ki, başladı açıklamaya; Japonya'da taksiciler araçlarını beyaz eldiven takmadan kullanmıyor, eldivensiz araba kullanmayı hakaret olarak algılıyorlarmış. Öte yandan, arabalarını babaannelerimizin evlerinde görmeye alışkın olduğumuz dantelli örtülerle süslüyorlarmış. Tavanlara lamba asanlar, direksiyon ünitesinin üstüne çerçeve ve biblo koyanlar bile varmış. Japonya'da arabaların süsünden geçilmiyormuş anlayacağınız. Böylece, uzun uçuşun ardından kırışan kıyafetlerimiz ve darmadağın saçlarımız ile, bu şık ambiansı katlederek, otelimize doğru yola koyulduk.

İlk izlenimlerime göre, Tokyo çok kalabalık ve bir o kadar da ışıklıydı. Hayatımda gördüğüm belki de en temiz şehirdi. İnsanları ve hayat da bir o kadar düzenli görünüyordu. Otelimize doğru yol alırken, bir yandan da, taksi şöförümüz ile muhabbet ettik. Sevgili şöförümüzün söylediğine göre, Japon'lar birbirilerine veya Asyalılara benzediklerini asla kabul etmiyorlardı. Kendi aralarında, çok ayırt edici olduğuna inandıkları bazı fiziksel özellikler bile vardı; karşınızdaki kişinin gözleri çekik ve boyu uzun ise Çinli, gözleri burna doğru eğik ve boyu kısa ise Japon demek oluyordu.

İlerleyen günlerde, şehirle ilgili ilk izlenimlerimde yanılmadığımı anladım. Bu kalabalık şehirde, insanlar gerçekten de hayret edilesi bir ahenk içinde yaşıyorlardı. Kimse kimseye çarpmıyor, yolda yürürken veya toplu taşımada insanlar asla birbirilerinin yüzüne değil, başlarını eğip kendi önlerine bakıyorlardı. Şaşırdığım bir diğer nokta ise, hiçbir yerde, Japon bayrağına rastlanmamasıydı. Bunun sebebi ise, II. Dünya Savaşı'nda büyük yenilgi alan Japon'ların, bu durumu gurur meselesi haline getirmeleriydi.

Yenseler de, yenilseler de, biz Japonya'yı çok sevdik. Burada geçirdiğimiz 10 günün sonunda ise, bir gün buraya tekrar döneceğimize emindik.

Ueno Park Bizim Japonya'da bulunduğumuz tarih, ülkeye özgü beyaz ve pembe çiçekli ağaçların açtığı Sakura Dönemi’ne denk geliyordu. Ağaçların sadece 3 günlüğüne çiçeklendiği ve sonrasında hemen yapraklarını döktüğü bu kısa sürede, dünyanın dört bir yanından turistler, fotoğrafçılar ve sanatçılar parklara akın etmişti. Bu kısa döneme denk gelmek çok büyük bir şanstı ve bu park, bu ağaçların en yoğun olarak görülebileceği yer olarak, çok keyifliydi. Çimlerdeki küçük pikniğimiz, Japonya’daki en güzel anılarımdan biri olarak hala aklımda.

Japonya, Sushi sevenler için bir Cennet. Öyle ki, güzel bir yemek yemek için çok güzel bir restorana girmenize gerek yok. Heryer, dönen mekanizmalar üzerinden sushi seçtiğiniz restoranlarla dolu. Fiyatlandırma ise, tabağın rengine göre yapılıyor. Şunu da belirteyim, Japon sushisi, bizim Türkiye’de yediğimiz roll’lardan çok uzakta. Onların sushi anlayışı, her türlü balığı çiğ olarak pirinç toplarının üzerinde servis etmek. Dediğim gibi, rastgele girdiğim bütün restoranlarda çok lezzetli sushiler yedim. Ama ‘yok ben illa meşhur yere gideceğim’ diyorsanız, dünyanın nadir 3 yıldızlı Michelin Restoranlarından Sukiyabashi Jiro’ya gitmenizi öneririm. Burası 90 yaşlarında bir Japon ve oğlunun işlettiği, bir subway istasyonuna kurulmuş olan, 9 kişilik bir restoran. Aylar önceden rezervasyon yapmak gerekiyor ve kişi başı yaklaşık 900 TL’ye yakın ücret ödüyorsunuz. Eski popülaritesi ve lezzeti olmadığı söyleniyor fakat Jiro, hala oldukça meşhur.

Ginza Öğleden sonra metroya binerek Ginza’ya gittik. Japonya çok kalabalık olduğundan ve çoğunluk toplu taşımayı tercih ettiğinden, özellikle iş çıkış saatleri katlanılmaz oluyormuş… Öyle ki, boş vagon bulup binebilmek için insanların saatlerce istasyonda bekledikleri oluyormuş. Bununla başa çıkmak için ise, Japonlar akla hayale gelmeyecek bir yöntem geliştirmiş ve istasyonlara, trenlerdeki her türlü boşluğu değerlendirmek için ile insanları vagona itmekle yükümlü görevliler atamış. Biz itilmedik, ama itileni gördük :) Durağımız, Ginza, Tokyo’nun alışveriş districti. Lüks mağazalarla dolu şık bir cadde. Güzel restoranları var. Alışveriş yapmak veya biraz daha internasyonal bir dokunun hasretini çekiyorsanız, soluğu Ginza’da alabilirsiniz.

Roppongi Burası da, tıpkı Ginza gibi, şık mağazalarda alışverişinizi yapabileceğiniz, geniş kaldırımlı, büyük ve şık cadde. Boydan boya, çok keyifli restoran ve kafeler de var.

İlk günümüz böylece sona erdi ve otelimiz APA Hotel Kodenmacho-ekimae’ye döndük. Otele değinmişken, şunu mutlaka belirtmeliyim ki, otel seçimi çok ama çok önemli. Japonlar, kendi ebatlarından yola çıkarak, herkesi minicik zannediyorlar. Dolayısıyla odalar ve eşyalar çok küçük. Ayrıca kapsül otel dedikleri sadece yataktan oluşan, çamaşır makinesi misali, kapaklı ve içine yatay olarak girilen oda tipleri de var. Normal otellerindeki odalar da kapsülden çok farklı değil, ancak en azından yatay girmiyorsunuz ve yatağın üzerinden atlamanız gerekse de, bavulunuzu açıp kapayabileceğiniz küçük bir alanınız oluyor.

Senso-Ji Tapınağı Buranın özelliği, tıpkı İstanbul’daki Ayın 1’i Kilisesi gibi, burada adanan adakların, muhakkak gerçekleşeceğine inanılması. Çocukları üniversite sınavına girecek olan aileler, eş bulmak isteyenler veya para sıkıntısı çekenler, burada dileklerini tutuyor, ortada sürekli olarak yanan tütsüyü kokluyor ve üstlerine sürüyorlar. Dileklerimizi tutup, tütsüleri kokladıktan sonra, yolumuza devam ettik.

Shinjuku Gyoen National Garden Burası, Ülkeye has değişik bitki ve habitatların sergilendiği Botanik bahçe. İçinde bir de yapay göl var. Aslında görülmesi çok da şart değil ama fotoğraf çekmeye meraklıysanız oldukça güzel enstantaneler verecektir. Ayrıca bol bol oksijen alabileceğiniz bir yer olduğunu da ekleyeyim.

Tokyo Tower Akşamüstü saatlerinde, Tokyo şehrini ve tüm detaylarını kuş bakışı gören Tokyo Tower’daydık. Tercihinize göre 145 veya 250 metreye çıkabiliyor, rengarenk Tokyo siluetini izliyorsunuz. Tepede, bir de hediyelik dükkanı var. Buradan sevdiklerinize ufak Tokyo Tower anahtarlıkları alabiliyorsunuz. Eminim dünyada en çok istedikleri şey küçük Tokyo Tower anahtarlıklarıdır.

Shibuya Cross Gidin! Tokyo'da olduğunuzu tam anlamıyla hissetmenizi sağlayacak yer Shibuya! Buraya giderken, özellikle iş dağılma saatlerini, akşam 6 ve sonrasını tercih edin. Shibuya Cross’un özelliği, şehrin ne kadar kalabalık olduğunu ortaya koyması. Shibuya Cross’ta metrodan çıktığınızda karşınızda kalan Starbucks’a giriyor ve 2. katındaki büfeye oturuyorsunuz. Şimdi yapmanız gereken tek şey, yeşil ışığın yanmasını beklemek. Meydanda, aynı anda yeşil trafik ışıkları yanıyor ve yayalar kaldırımlardan kaldırımlara koşuşturuyor. Aynı anda oradan oraya koşuşturan devasa kalabalıkta, kimse kimseye çarpmadığı gibi, karşılıklı yürüyen insanlar büyük bir ahenk içerisinde önceden belirlenmiş gibi bir düzenle birbirilerinin yanından geçip gidiyorlar. Aslında ilginç olması gereken bu deneyim, oldukça ürkütücü de.

Tsukiji Market Yemek için, Tsukiji Market’e gittik. Burası, taze balıkların denizden tutuldukları gibi müşteriye ikram edildikleri yer. Çeşit çeşit balıklar ve standları var. Üsküdar balık pazarına benziyor ama takdir edersiniz ki daha hallice ve çeşitlisi. Buraya aslında sabaha karşı 4 sularında gitmek gerekiyor. Böylece, balıkları okyanustan çıktıkları gibi yeme şansınız oluyor. gibi Fakat biz uykumuzdan ve yumurtalı kahvaltımızdan feragat edemediğimizden, öğle saatlerinde anca gidebildik.

Akihabara Hayatınızda böyle bir şey görmediğinize ve burayı bir kez görürseniz, bir daha asla aklınızdan çıkaramayacağınıza söz veriyorum. Akihabara, şehrin eğlence merkezi. Fakat, eğlence denince, aklınıza gece klübü veya bar gelmesin. Zira, Japonların eğlence anlayışı partilemek değil atari oynamak. Yanyana internet kafelerde, rahatsız edici derecede yüksek sesle atari oynayan insanlara rastlıyorsunuz. Çoğunluğu, iş çıkışı direk oraya geliyor, şanslı masasına oturuyor ve gözleri kan çanağına dönene, yani sabahın ilk ışıklarına kadar yerinden kalkmıyor. Japonların, genel olarak çizgi romanlara düşkünlüğü var. Bunlara çoğu zaman biraz da seksüel anlamlar yüklüyorlar. Denk geldiğimiz Home Cafe adlı yer de, bunun bir kanıtı. İçeride fotoğraf çekmek zinhar yasak ve size yarı çıplak, Barbie kılığındaki kızlar hizmet ediyor. Misafirlerse, beklenenin aksine çocuklar değil, koca koca adamlar.

Akihabara'dan otelimize döndükten sonra, hem mental hem de fiziksel olarak fazlasıyla yorulmuştuk. Odalarımıza çekildiğimiz gibi uyuyakaldık ve ertesi sabah Nara’ya doğru yola koyulduk.

Comments


Son Yazılar
bottom of page